19 Haziran 2010 Cumartesi

Sadece.

Sürekli olarak aynı şeyleri düşünmemek lazım, hatta hiçbir zaman aynı şeyleri düşünmemek lazım.
Çocukluğumun en güzel yanı da buydu zaten, hiçbir zaman aynı şeyleri düşünmezdim. Bakkal parasının üstüyle -anneme yemekten sonra yiyeceğime dair söz verip - aldığım cipsi (hatta o zamanlar dediğim gibi "cipsi"yi) yemek yedikten sonra unutmuş olurdum çoktan. Buna unutkanlık mı dersin? Bilmiyorum, daha çok anı yaşamak gibi geliyor, yada herşeyi ille de birşeyler için yapmamak..
Unutkanlık demişken, belki de gerçekten öyleydi, ben herşeyi unuturdum, ama herşeyi. Ödevlerimi, evden çıkarken açık lambaları, yatmadan önce tuvalete gitmeyi (heralde sonuçları en kötü olan budur :D).. Saf-salak derecesine çıkardı bu unutkanlığım hatta. Mesela utanç kaynağı bir anım:
Kaçıncı sınıftaydık hatırlamıyorum :) , bir gün sınıf çayı vardı, okuldan sonra, sınıftakilerin birinin evinde. O saatler babalar işte olduğu ve işte olmayanlar da hep kadınlar var diye gelmediği için sınıf çayları bir nevi "gün"ümsü birşey olurdu. Bu durumda çocuklar ne olacaktı peki tek başlarına? Başka bir annenin evine giderdi çocuklar, başlarına bir tanıdık bırakılır, böylece bütün anneler gönül rahatlığıyla sınıf çayına (güne) gidebilirlerdi. İşte bu sistemin ilk defa denendiği zaman, bütün çocuklar o eve gitmedilerdi, o kızın en yakın arkadaşları gidiyordu, ben pek yakın sayılmazdım ama ille de gitmek istiyordum (toplu evcilik oyunları evde tv izlemekten iyidir ) üstelik o kızın evinin bahçesinde salıncak da vardı (evett) ve annem de izin vermişti (vuhuuu).
Tabi bu saflığım salaklığım yada benzeri herhangi bir özelliğimin farkında olan bir arkadaş, önce benim gitmemem için biraz uğraştı, ama ben inat ediyordum gitmek istiyordum, o da gülümseyerek (hala o gülümsemeyi hatırlarım, cidden hatırlarım ve o yaştaki birinin bu kadar sinsi olmasına şaşarım hep) dedi ki "Ama orda k..nin annesi olmicak ki o kadar çocuk başımızda biri olmadan izin vermezler orda, biz de vazgeçtik zaten gitmekten.."
Evet, ben ZeynepSenahanYıldız, buna inandım.
Ortaokula kadar insanlara her zaman inandım, her sırrımı paylaştım (o zamanlar çok da bir sır olmazdı demeyin ne entrikalar dönerdi :P) ve her türlü kandırıldım. Ortaokulda da ergenliğin verdiği birşeyle tam tersi bir şekilde mükemmel yalanlar söyledim, insanların arkasından işler çevirdim ve ortaokulda birden yakın bir arkadaşım olan o kızdan o farkında bile olmadan öcümü aldım ve o gelip benle dertleşti. Aileme çok yalan söyledim. Hepsi ortaya çıktığında da onlara sarılarak ağladım.
Ve Antalyaya taşındığımızdan beri o zeynep de gitti. Geçen sene her ne kadar şu an farkına varabildiğim aptallıklar yapmış da olsam en azından 6. 7. sınıftaki zeynep değildim.
Hala değişiyorum. 9. sınıfın başındaki Zeynep ben değildim, bahadırla çıkan zeynep de ben değildim, okulda nefretle psikopatça dolaşan zeynep de ben değildim, değildim, değildim..
Tahminlerime ve farkındalığıma bakarsak Yarıyıl Tatilinden beridir şu anki Zeynepim ben, ondan önceki hiçbir zeynep değildim, ama biliyorum ki bu zeynep de uzun sürmeyecek..
Yazıya başlarken buraya gelmeyi düşünmüyordum aslında, nasıl başlamıştım, sürekli olarak aynı şeyleri düşünmemek lazım. Ben yatıp gözlerimi kapattığımda hep aynı şeyleri düşünüyorum ve gözlerim açıkken daha karanlık olmasının nedeni bu belki. Okullar bitti ama ben servisteyken hep aynı birkaç parçayı dinliyor ve aynı şeyleri düşünüyordum. Bir yere giderken, aynı durağa yürürken durağa her geldiğimde parça listesinin gidiş sırasına göre hep aynı şarkı çalıyor olurdu, bu hoşuma giderdi hatta ilk başta, ama bazı parçalarda sadece birşey düşündüğüm ve bunu engelleyemediğim için, bunaltmaya ve psikolojimi bozmaya başladı bu aynı şarkı teranesi.
Şimdi yeterince dayak yemiş beynimi aynı bozuk kasedi cızırdayarak tekrarlamaması için geri sarıyorum, bunu radyo dinleyerek yapmaya çalışıyorum, her ne kadar radyoda hep aynı şarkılar dönüp dolaşıp çalıyor olsa bile, bilmediğim şeyleri dinlemek, sözlerini anlamamaya çalışmak iyi geliyor (bazen buna engel olamıyorum ve çok bunalıyorum, ne gerek var anlamsız bir british aksanlı r&b parçasını çevirmeye çalışmaya, sanki simultane tercümansın sa süper ceviri yapıyosun :T)
OOF şimdi bütün bu yazdıklarımı okudum da tamamen saçmalık. Ama silmiyorum yine de, yazmaya devam ediyorum, sonuçta her zaman anlamlı şeyler yazmak zorunda değilim, öyle miyim?
Rahatlamak için yazıyorum ve bu beni şu an rahatlatıyor, o yüzden devam edicim,
Bazı kişiler hep duygusal, melankolik, karmaşık, felsefi şeyler yazıyor olabilirler. Bu onları rahatlatıyorsa harika, ne diyebilirim ki, ama insan bazen saçmalayacak cesareti bulmalı kendinde.
Şu an atlet don oturuyorum, az önce kapı çaldı delikten baktım bi adam gelmiş, donla kapıyı açamayacağım için açmadım kapıyı, gidip giyinmeye üşendim, zaten spordan sonra havuza-denize girmeyecekseniz duşa da girmeye üşeniyorsanız boşveriin hiç de giyinmeyin, bide bu sıcakta evde giyinik oturalım ha? ooldu.
Spor-diyet olayını artık abartmış durumdayım, yani diyet konusunda ara ara ödünler veriyorum ama spor konusunda çok sert ve kararlıyım :). Amaaan bu olaya hiiç girmeyelim zaten.
Son cümleyi yazdığımdan beri 2 dk geçti, sadece durmak istedim biraz,
Farkına varıyorum ve farkına varmak cidden canımı acıtıyor, eski güzel anları hatırlamak sonradan kötü oluyormuş, o anların geçtiğine, o anların şimdiye kalan tek yaşanmışlığının aklımda kalan hayali yansımaları olduğuna inanmak istemiyorum. Sadece güzel anlar için değil tabi bu ama kötü anların geçmiş olması bana bir hüzün hissettirmiyor.
Onları şimdiki Zeynep yaşamadığı için olsa gerek belki, çünkü şimdiki Zeynep olduğum zamanlarda yaşadıklarımı ben yaşamışım gibi hissedebiliyorum, ama önceki yaşadıklarım sadece görüntü olarak var, bunu yaparken ne hissetmişim onu söylerken ne düşünmüşüm, hiç hatırlamıyorum. Oysa insanın aklında olaylardan çok duyguların kalması lazım değil mi? 6. sınıftaki doğumgünümden arta kalan, o gün üstüme boca ettiğim fransız parfümü sadece, ve arkadaşlarımı sırayla öperken, hoşlandığım çocuğun yanağının değmesi, ama o an ne hissettim hatırlamıyorum, o an çekilen videoyu sonradan izlediysem de, hatırlayamıyorum.. Sanki o ben değilmişim gibi, bu cidden psikolojimi bozuyor, ve böyle şeyleri sadece yalnızken düşünüyorum.
Aslında bunlar sadece önceki zeyneplere özgü, 3 gün önce sadece hissettiklerimi hatırlıyorum, mutlu olmayı hatırlıyorum, psikolojimin bozulmasını engelleyen tek şey yakın zamandaki olaylarda ne hissettiğimi hatırlayabilmem ve bunun bu Zeynepe ait olduğunu belli eden o his..
Bakışlarım bir yere takılıp kaldığında anlayın ki, ya mutlu oluyorumdur, yada kafayı yiyorum...

11 Haziran 2010 Cuma

deniz, deniz'li evim

"Bu sokak bana hep değişik ve samimi gelir. Denizin önündeki anayolla bizim evimizin baktığı yolun arasına sıkışmış bir alan var. Çok hoşuma gider. Akşamüzeri hele.. Tam dibimizdeki camiden yükselen ezan sesiyle denizin kokusu karışır, gözlerimi kapatırım.. Bazen de odamın balkonundan insanları izlerim, müzik dinleyerek.. Bugün çarşamba gerçi, pazar günleri ana-baba günü gibi oluyor. O zaman her çeşit insan olur, deniz kenarındaki banklarda.. Denizin günbatımındaki hali..."
Tarih olmayan bir yazım. Geçen sene yazmıştım sanırım, eski evimizdeyken. Okurken gözlerim doluyor. Ben o evi seviyordum. Bize gelen bir arkadaşım "ne büyük bir eviniz var" dedi, ama bu ev benim değil ki. Bu evin tapusu var bizde, ötekinin yoktu, kiraydı, ama o daha "evim"di benim. Onun her odasından baksan denizi görürdün. Benim odam hele, bir duvarı komple camdı, direk denizi görüyordu. Odamın balkonunda sallanan koltukta uyurdum, deniz meltemiyle. Ama artık deniz yok, onun yerine odam iki dev binanın arasında kalmış bir mezarlığa bakıyor. Denizim yok artık. Yok. O evdeki gibi annem gelip "kapat şu perdeleri herkes seni izliyor" demeyecek artık. Bu evdeki balkon daha büyük, sallanan koltuğumuz kaplamıyor bütün balkonu ordaki gibi, büyük bir havuza bakıyor bu balkon, ama deniz yok işte. Ben hep denizle büyüdüm, denize aşık oldum ilk. Denize aşıktım ben, deniz benim sevgilimdi, onun kokusunu içime çeker, gözlerimi kapatırdım. Her gün akşamüstü kumsalda yürürdüm, hotel california falan dinleyerek, arkadaşlarımla hep o kumsalda takılırdık, geçen seneye ait anılarımın yüzde doksanı orda geçmiştir. Sabahın 5inde zayıflayacağız diye bir arkadaşımla koşardık deniz kenarında, sonra da okulda hayvan gibi saldırırdık yemeklere. Denize karşı oturur saatlerce konuşurduk, deniz tatlı tatlı dalgalanırdı o saatlerde.. Artık sevgilim yok benim. Onu ben terkettim. Geçen yaz olduğu gibi canım sıkıldığında kumsala atamayacağım kendimi artık. Bu evde unutuyorum Antalyalı olduğumu, ordayken her camdan baktıgımda hatırladıgım şeyi..
Aslında o evde güzel anılardan çok kötü anılarım var. Öyle kötü, öyle acı ve gözyaşları kadar tuzlu anılar.. Anlatıp rahatlamama bile izin verilmeyen anılar, öyle ki yazamıyorum bile buraya. O evde kafamı yastığa gömüp ağlardım, sesim duyulmasın diye. Ama o ev benimdi yine de. Sevgilimle uyudugum, sevgilimle uyandıgım evimdi. Kahvaltımı sevgilime bakarak yaptığım evim. Deniz'li evim.
..

7 Haziran 2010 Pazartesi

Unutmak, üstesinden gelmek vb.

"odamda, yalnız
yarı karanlık ve soğuk -sadece gece lambası-
şimdi pencerem açık -her zamankinden-
kulağımda dinlemediğim bir şarkı
solumda mezarlığın sadece beyaz mermer taşları

eğer unutmak isteseydim bunu sana söylerdim
ve sonra daha çok unutmak isterdim
gelip yanıma oturduğunda susmam daha iyidi
sadece gitmemen için konuştum
çünkü güzel yanımda hissetmek seni

odamda, yorgun, yalnız
güneşin altında durmaktan başım ağrıyor
rüzgar kulaklarımda uğulduyor ve adını bilmediğim bir şarkı
solumda biraz ölüm, tatlı tatlı geliyor rüzgar
ve unutmak istediğim birşey daha, yine
uyumak istiyorum ama uyumak için fazla yorgunum
ve başım ağrıyor çünkü hep güneşin altındaydım bugün

bir fincan sigara verir misin, çünkü çok hüzünlüyüm
ve parmaklarımla şekiller oluşturmuyorum ışıkta, artık
seni hep yanımda hissetmek güzel olurdu
ama hiç gelmeyen günleri unutmaya çalışıyorum

güneşin altındayken geldiğinde susmam daha iyiydi
başım ağrıyordu ve saçmaladım -her zamankinden-
farkettin ama umrunda değildi -neden olsun ki zaten-
umutlandığım için yok edildim, kayboldum

odamdayım ve penrecem açık
yarı karanlık ve solumda birkaç ölü
kulağımda hatırlamayacağım bir şarkı
yanımda sendin, yanımda sendin..."
(tarihsiz bir şiirimdi sana)

5 Haziran 2010 Cumartesi

Sarılabileceğim kimse yok
Sarılabileceğim kim ise, o yok..
Dün gece, eğer annem pcnin başında olduğumu görüp kızarak hemen kapattırmasaydı, ilerde pişman olabileceğim birşeyler yazabilirdim.

4 Haziran 2010 Cuma

Arkadaşça Duygular

Bazen doğruları acımasızca da olsa söylemek lazım. Karşındaki en küçük olumluluktan umutlanıyorsa hele... (olumluluk diye bir kelime var mı cidden?) Ama böylesi daha iyidir, onu sevdiginiz için söylersiniz doğruları yumuşatmadan, çünkü seviyorsunuzdur onu, onun istediği gibi olmasa da...
Yakın arkadaşlarımdan biri bana uzun süredir onun hayallerinin kızı olduğumu söyledi.. Zaten bir 6 ay önce falan bana çıkma teklif etmişti, ben kabul etmemiştim, aramıza bir sogukluk girmişti, sonra ara ara bir yakın bir uzak olmaya baslamıştık. Ama ben onu öylesine bir istekle söyledigini sanmıştım bir heves olduğunu sanmıştım sadece. Bugünse okulda 1 saat boyunca konuştuk. Hoşlandığım kişilerin beni hiç sevmediğini, terk ettiğimden çok terk edildiğimi falan söyledim ona. Şaşırmış gibi göründü yada gerçekten şaşırdı bilmiyorum. "Eğer ben senin sevgilin olsaydım seni asla terk etmezdim" dedi. Güldüm. Ciddi olduğunu ve bana bu konuyla ilgili birşey söylemek istediğini söyledi. Çıkma teklifi mi etcen dedim şakayla karışık. "Hayır sadece söylicem" dedi. "Soru değil sadece söylicem."
Sonra beni sevdiğini söyledi. Benim güzel,tatlı,eğlenceli oldugumu söyledi benimle zaman gecirmenin çok güzel oldugunu söyledi. Ben güzel değilim dedim. Saçmalama dedi dışardan nasıl göründüğünün farkında değilsin falan filan dedi. O zaman neden benim sevdiğim kişiler beni sevmiyor dedim. Onlar salak dedi.
Biraz daha konuştuk. Ona her yakın davrandığımda nasıl umutlandıgını "olabilir mi acaba" diye düşündüğünü anlattı. Bana nasıl söyleyeceğinin her ayrıntısını düşündüğünü provasını yaptığını söyledi. Dün ona şakacıktan "sevgilim" diyince nasıl heyecanlandıgını anlattı.
"Herkesin bir hayallerinin kızı/erkeği olur. hep onu düşünür. Onunla çıksa ne güzel olacağını hayal eder" dedi. "Sen de benim hayallerimin kızısın" dedi.
Bana beni sevdiğini söylediği zaman bana 10 kez daha çıkma teklif etse bile hiçbir zaman kabul etmeyecegimi çünkü onu arkadaşım gibi gördüğümü söyledim. Ve şimdiye kadar imalarına kesin bir cevap vermemiş olmamın nedeninin de anlamazlıktan gelmiş olmam oldugunu çünkü onu üzmek istemedigimi söyledim. "Ama artık kesin olarak söylüyorum: hayır, çünkü daha fazla yanlış anlama sen benim çok iyi bir arkadaşımsın ve seni hep öyle göreceğim"
Üzülmüş gibi görünmüyordu hep gülümsedi, konuşmanın başından sonuna kadar. "Başkasıyla çıksam şimdi, (gerçi imkansız çünkü arasında kaldıgım 2 kişi var ama 2si de beni sevmiyor :D), üzülür müsün?" dedim.
Hayır saçmalama falan dedi. "Sonra da bu konuşma arkadaslığımızı bozmasın aramıza hiç soğukluk girmesin tamam mı?" dedi. "Tamam ama bunları bir daha söyleme bana aramız açılır" dedim. "Bu zamana kadar hayır demedin hiç, kızdın ama demedin o yüzden hep bir umut var zannettim ama artık öyle değil, Zeynep sen çok iyi bir kızsın ve okulda önemsediğim insanlardansın, aramızın bozulmasını istemiyorum o yüzden artık duygularımı bastırıcam" dedi.
"hiişt sus." dedim. Öyle duygu olmasın artık. Arkadaşlık olsun. Seviyorum seni, arkadaşım gibi. Sen de öyle yap.

3 Haziran 2010 Perşembe

Çok Gülen çok mu ağlar?

Ben bu aralar çok fazla ağlıyorum. Öyle ağlıyorum ki vücudumdaki su oranı 3/4den 1/2ye falan düştü düşecek. Şu an bunu yazarken de ağlıyorum.
Bugün son derse biraz geciktim, coğrafyacımızdan da yedim zılgıtı tabi. Normalde olsa gülerim bile birşey demem, ama bugün sırama giderken gözlerim dolmaya başladı. oturdum ve millete belli etmemeye çalışarak ağladım. Tabi herkes gördü yani. Hocanın masasına baktıgımız sınav kagıtlarını vermeye giderken hoca neden ağlıyorsun diye sordu. Ben de -gülüyorum bi yandan da ağlıyorum özürlü gibi- açıklama yapmaya çalıştıkça benden sadece "hiiiiii hiiiiii" diye ıslığa benzer sesler çıkmaya başladı. Sonra da 'duygusal bir dönemde' oldugumu söyledim. Herkes buna güldü. Hoca aşkmeşk sandı. Sınıftakiler hocadan sandı. Arkadaslarım aşkmeşk sandı. Ben de ağlamamaya çalıştıkça daha da çok ağladım. hüngür hüngür olayına girmemiştim henüz ki, önümde oturan kıza gözlerimin altının siyah olup olmadıgını sordum. Sonra da burnum kızardı, gözlerim kızardı, yanaklarım kızardı degil mi diye sordum. O da evet ama herkes agladıgında öyle olur diye aklınca teselli etti beni. Ben de zaten tipsizdim daha da çirkin oldum değil mi dedim, güldüm ve birden sesim titredi hüngür hüngür ağlamaya başladım. Kız bana şaşkın şaşkın bakakaldı.
Ders bitti servislere bindik, ben de oturdugum cam kenarında yüzümü tamamen dışarıya dönmüş ağladığımı çaktırmamaya çalışıyorum. Serviste çok az kişi var. Benzin istasyonunda durup benzin falan alıyoruz. Artık Benzinci mi diyeyim mesleği benzin pompalamak olan adam -kırmızı tişört, yaka düğmeleri açık, boyunda altın zincir, dikilmiş saçlar- bana saf saf bakıyor ben de adamın tam gözlerinin içine bakıyorum kırmızı küçülmüş gözlerimle. sonra da gözlerimi kapayıp arkama yaslanıyorum ve şakaklarımda iki el hissediyorum.
arkamı dönüyorum, bir arkadasım keyifsiz gördüğünden beni, rahatlatmak istemiş. Ona bakıp gülümsüyorum ve önüme dönüp ağlamaya devam ediyorum.
İşte böylee eve geldim ve hala ağlıyorum.
Bir yanlışlık olmalı, ben hep gülerim aslında.
Hani çok gülen çok ağlar derler ya, ben çok gülerim, o yüzden mi ağlıyorum böyle?
Dengelenmesi gerekiyor demek ki bazen
ama ben hiç böyle hissederek gülmedim ki...

2 Haziran 2010 Çarşamba

Sevgili Günlük. ve bunun gibi saçmalıklar.

Ben küçükken zeynepin günlüğü diye birşey vardı adını hatırlamadığım bir çocuk dergisinde.
Uzun kahverengi saçlarını hep tepeden toplayan tatlı bir gülümsemesi olan bir kızın fotografı vardı bir de. Onu okumak çok hoşuma giderdi ama o gerçek bir günlük değildi olamazdı da. Ondan heveslenip günlük tutmaya başlamış ama bir süre sonra bırakmıştım. Bir laptop ekranından daha küçük olan televizyonumuzun karşısına geçip boyuma uygun küçük beyaz plastik masayla sandalyeye oturup karpuz çorbası (bkz: karpuzun kabugunun dibinde kalan kısımlarının kaşıkla kazınması sonucu oluşan sulu parçacıklı yiyecek/içecek)içerken günlüğüme yazacak birşeyler arardım zeynepin günlüğüne benzesin diye. Sonra da onu tıpkı zeynepin yaptıgı gibi bir dergiye yollayacaktım çünkü gerçekten zeynep diye bir kızın olduguna inanıyordum.
Lanet olası uydurma zeynepin hayatı gercek olamayacak kadar mükemmeldi. Ve ne zaman bir hata yapsa hemen bir ders alıyor ve o yazı muhtemelen aldığı dersle bitiyordu (bkz: mutlu son)
Ne zaman etrafta yardıma bir şekilde ihtiyacı olan biri olsa hemen yardımına koşardı bu zeynep. Mesela fakir bir arkadası mı var hemen bütün okulu örgütlüyor herkes bu fakir kişiye eski kıyafetlerini bilmemnelerini kutu kutu gönderiyordu babasına iş buluyorlardı falan. Ve o gün de bir iyilik yapmış olmanın verdiği rahatlıkla mışıl mışıl uyuyordu zeynep.
Zeynepin herşeyi mükemmeldi ama teorideydi herşey. Zeynep gercek degildi olamazdı da. Zeynep aynı hayatı bu dünyada yaşayamazdı.
İşte bunu farkettiğim bir ara (bkz: ergenliğe geçiş) hep yaptıgı iyiliklere ve çok seveninin olmasına özendigim zeynep dergideki sayfasından göz kırptı bana "ben aslında yoooğum" dercesine.
o zeynepin kusuru yoktu benimse vardı, ama ben ondan daha üstündüm çünkü ben hayattaydım.