18 Temmuz 2010 Pazar

gezdik ama tozmadık aman allah

evimi özlemişim. antalya'yı, şehrimi, evimi, odamı özlemişim. Kardeşim Denizli'de ananemlerin yanında, annem Ankara'da kursta, babam da hep ameliyatta olduğu için onları özlemem geçmedi aslında, ama odamı çok özlemişim meğerse...



2 haftadır Avrupa gezisindeydik, sırayla Avusturya, Slovakya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Almanya'da kaldık.



Gezi benim için kötü başladı aslında, küçük bir valizim Antalya'da kalmış, işaretlemeyi unutmuşlar, içinde bütün iç çamaşırlarım ve ayakkabılarım ve fotoğraf makinemin flaşı ve sabunum ve havlum vardı, öğretmenimiz de sağolsun valizin gönderileceği yere bir hafta sonra kalacağımız yerin adresini yazdığı için baya bir sıkıntı çektim tabi.

Avusturya'da Linz'de genellikle Türk gurbetçi öğrencilerin kaldığı bir pansiyonumsu yerde kaldık. Oda, yataklar, yastıklar, yorganlar o kadar iğrençti ki o kadar pis kokuyordu ki tişörtlerimden birini yastığa geçirmeden uyuyamadım. Banyo yapıcam havlum yok odaya da havlu koymamışlar tabi otel değil burası, indik aşağıdan havlu aldık ama havlular bizden pis :). Banyoda sabun yoktu, ben de şampuanla falan idare edemem öyle, gece gece indim aşağıya, resepsiyonda kimse yok, bakınıyodum ki parmağım kadar sıvı sabunların 1.5 € olduğunu gördüm, benden uzak allaha yakın, gittim otelin tuvaletine aldım elime pet bardağı, doldurdum sabunu, gittim odama paşa paşa yıkandım. Tabi bide alamancı tiplerin ismail ykmsı laf atmalarına bol bol maruz kaldık orda. Avusturya'da Salzburg, Linz ve Viyana'yı gezdik.

Nazi kampı gibi geçen 2 günden sonra Slovakya Bratislava'da 4 yıldızlı harika bir yerde kaldık, hani başka zaman olsa beğenmezsin o kadar, ama o alamancı pansiyonundan sonra cennet gibi geldi otel. Odalar pis kokmuyordu, yastıklar çarşaflar mis gibi kokuyordu, odaya havlu koymuşlardı ve sabun vardı! Ve orda sadece bir gün kaldık :(.

Ertesi gün öğlene kadar Bratislava'da gezdik, arkadaşlar pek beğenmediler ama ben çok sevdim, Rus romanlarında anlşatılan St.Petersburg gibi bir yerdi :)

Öğleden sonra durmak yok Macaristan'a gittik, Budapeşte'ye. Bu arada sakın Avrupa soğuk olur zımbırtılarına inanmayın, hatta benim yapmadığım bir şey yapın, gideceğiniz yerin hava tahminlerine falan bakın. Yazlıklarla birlikte baya bi kışlık alıp onları hiç giymedim, ve hep giydiğim zavallı şortum renk değiştirdi. Bir de Avrupa sinekleri cidden şerefsiiiiz arsıııız elinle vuruyosun yine gitmiyolar ve her fırsatta bulduğu boşluktan ısırıyolar, bacaklarım kırmızı noktalarla doldu.
Macaristan güzel bir yer, kaldığımız otel de güzeldi, rehberimiz 86 yaşında bozuk Türkçesiyle Clara teyzemiz de eğlenceydi, ama perili ayakkabı çekecekleri aşkına şu FORİNT de ne kardeşim? forint forint, Macaristan'ın para birimi. Sanırım 700 forint 3 euroymuş ama hesabı baya karışık bir para birimi mesela 3333forint diye birşey gördüm şalterler attı bende. Bi de kısaltması var ft diye, biz ilk başta sadece bunu gördüğümüzden "feet" gibi okuyoduk istemsiz olarak, sonra da bir espri oldu aramızda, bu 299fit'miş falan diye :)
Macaristan'da da 2 gün kaldık ve ordan Çek Cumhuriyeti'ne geçtik. Ey yüce perili ayakkabı çekeceği, sen nelere kadirsin, Prag kadar güzel bir yer zor bulunur, ama, bir tekne turuna 30 euro hangi vicdana sığar? Üstelik geriye kadar 1 hafta için sadece 150 eurosu kalmış biri için, nasıl bir katliamdır bu?..
Evet ben cidden kuruş hesabı yapan bir cimriye döndüm bu gezide. İstediğim şeyler oluyor, alıyorum, güzel şeylerse içim yanmıyor ama böyle şeylere para gidince kendimi kullanıp atılmış bir mendil gibi hissediyorum, alakası ne bilmiyorum..
Neyse, Prag cennet gibi bir yer, tabi sıcağını saymazsak ki ben saymıyorum, fevkaladenin fevkinin fevklerine çıkmış derecede güzel bir yer. Nehir olayı bitiriyor zaten, köprülere çıkıp manzarayı fotoğraflamak da cabası.. Charles Köprüsünde dilek tutmak, o dileğin gerçekten kabul edilme ihtimalinin olması ihtimalinin seni mutlu etmesi..
Birkaç saat boyunca tek başıma dolaştım Prag'da, "Souvenirs" tabelalı yerleri görmekten midesi bulanmış biri olarak, ara sokaklara daldım, birkaç sanat galerisi gezdim, sertifikalı bir çizim aldım, oranın sahibiyle "Ne olacak bu souvenirs shopların hali" muhabbeti yaptım, param yetmediği için alamadığım ve birkaç ay sonra bitecek olan sergiyle beraber kimbilir nerelere gidecek olan muhteşem çizimlere iç çekerek baktım...
(Prag'da rehberle dolaştık biraz ama açıkçası burası bu şurası şu diyerek geçilen bir turun neresi güzel, neresi bilgilendirici olabilir? Aklımda hiçbiri kalmadı desem yeridir, neyse..)
Çek Cumhuriyetindeki harika 2 günden sonra Almanya'ya gittik, Hannover'e.
Hannover'de de bizim hocanın baya bağlantısının olduğu bir hostelde kaldık bir hafta boyunca. O bir hafta da çok güzeldi, Heide Park çok güzeldi, arada bir-iki şehre de gittik ama tam hatırlamıyorum sadece Bremen'i hatırlıyorum.
Bremen'de bir ara sokakta, akordeon çalan bir amca vardı, yanına gidip ingilizce "bir parça dinletsek onu çalabilir misiniz?" diye sorduk, adam önce anlamadı, biz de aramızda başka nasıl sorsak diye konuşuyorduk ki, adam "Siz Türk müsünüz" diye sordu :)Biz de abooooo amca türk çıktı diyerekten konuşmaya başladık amcayla. Adam Bulgarmış, ama Türkçe de biliyor, ne güzel oldu, biz de amcaya La Valse d'Amelie'nin piyano versiyonunu dinlettik, ve adam çaldı! Tamam tam mükemmel bir şekilde çalmadı ama bir kez dinlediği halde -ve üstelik piyano- o parçayı akerdeonla çalması baya iyi birşey. İşte gezide en mutlu olduğum an.

İşte böyleydi gezi özet olarak. Orda yaşam şartlarımız pek kaliteli olmasa da, evime döndüğümden gayet memnun olsam da, Antalya gibisi olmasa da, o yerlerin güzelliği küçük buruk tatlı anılar olarak hafızamda kaldı..Ve belki, özleme ihtimalim yüksek..

ps 1: gezi fotoğraflarım şu anda tab ediliyor, büyük ihtimalle yarın elime geçer, o zaman onları da eklerim buraya.
ps 2: ay heyt duman
ps 3: blogu da özlemişim be :)